18 Aralık 2011 Pazar

BEN

    Bir zamanlar sahip olduğumu düşündüğüm bir ben vardı ama şimdi kim olduğumu bile bilmiyorum. Nasıl bir his, nasıl bir duygu, unutmuş olabilirim. Şimdi BEN.
   Var olduğum anlar sayılı. Kendimle yüz yüzeyim, neyin peşindeyim, hiç bilmiyorum. Kovaladığım şey ne, koşup durduğum. An gelir, herşey biter... An gelir sen olurum, an gelir ben..
   Acı verici bir deneyim, şimdi sen de yoksun, ben de. Ve ben ne arıyordum, olmayan birşeyi. Arayış sonsuz. Ben sonsuz...
    Şimdi bana sorabilirsin. Ne biliyorsun. Şimdi ben sana söyleyebilirim. Herşeyin belirsiz olduğunu çünkü bu oyunun kuralı bu, herşey daima değişecek. Bu belirsizliğe hazır mısın.
   Hayatına anlamı, bu değişimi yaşamak, sonsuz değişimi, belirsiziği.. Hiçbirşey aynı kalmayacak. Varabileceğin bir yer yok. Kalabileceğin bir yer de yok.
  Asırlardır bu böyleydi. Şimdi oku geçmişini ve şimdi gör var olanı. Bu belirsizlik mi seni korkutan..
devam etmene engel olan. Zaten olduğun gibi kalamayacaksın. Arkana bakman ne işine yaradı. Geleceği görmenin de sana bir faydası yok. Çünkü gelecek henüz yaşanmadı ve o bile tek bir gelecek değil..
     Düşünme, düşünmeyi bıraktığın an da içine akacağım. Var olduğunu düşünme.. DÜŞÜN içinde kalma. GERÇEĞE uzan. Gerçeği şimdi bulacaksın. Tam gözlerinin önünde uzanıyor. Ona bir bakış at ve bir anlığına bunu yaşa.
    Sence korku var mı?
    Gerçekten?
    Ne kaldı geriye bakışlardan başka..
    Zaman, elini uzatabileceğin birşey değil. Onu şekle şemale sokmaya çalışma.
    Elinde ne var ondan başka. Ve anı düşünemezsin, ancak yaşayabilirsin.
    Ellerin çok güzel, ona biraz dokun.
    Gözlerin çok güzel, biraz bak.
    Sesin çok aenkli, biraz söyle.
    Ellerin, onlarla yaşa, yaşat, var ol. Herşey ellerinde gizli. Varoluşun. Onu hisset.
    Sesin, onunla titreşim yaratabilirsin. Onunla yarat.
    Gözlerin, gözleriniz bakabilir, yarattıklarını görebilirsin. Onlarla daha çok orada olabilirsin.
    Araştır istiyorsan, çok da zor değil.
    Hadi şimdi biraz uyu.
    Gözlerin dinlensin. Bugün çok yorulmuş olabilirler, olabildiğince dinlendir....

16 Aralık 2011 Cuma

Kabul etme üzerine

Epeydir düşünüyorum. Nasıl oldu da kendimi bu yolda buldum diye. Seneler önce yoga ile ilk tanıştığımda pekçok duyguyu ve düşünceyi bir arada yaşamıştım. Merak; yoga esnasındaki acının verdiği haz; kendimi (omurgamdaki eğirilik yüzünden) diğerlerine göre yetersiz hissetme ve bunun yol açtığı öfke; bedenimle iletişimde olmanın verdiği ve beni çocukluğuma götüren nostalji; hatırlayabildiklerim. Yogayla ilk tanışmam belki de bu fazla his yoğunluğu yüzünden pek de sıcak olmamıştı.

Çocukken odamdaki yatağın üzerine uzaktan koşarak takla atarken ve bil umum akrobatik harekler içerisinde saatlerimi ve günlerimi geçirirken, ya jimnastikçi, ya buz pateni sporcusu, ya da sirk jambazı olduğumu hayal ederek geçirdiğim oyunlar oynardım sürekli.O zamanlar yoga nedir duymamış, görmemiştim hiç. Sadece bedenimle uyum içerisinde olmak, onun bir sınır değil de, beni sınırsızlığa götüren bir araç olduğunu keşfetmek beni çok mutlu ederdi. İşin estetik kısmı da çok önemliydi benim için. Televizyonda izlediğim ritmik jimanstikçilere, buz üzerinde kuğu gibi akan buz patencilerine veya uçuşan kıyafetler içinde akılalmaz hareketleri yapabilen balerinlere hayranlık ve gıpta ile bakar ve onlar gibi olduğumu hayal ederdim. Yine de o çocukluk yıllarımda, ne ailem ne de ben, bedenle yapılan herhangi birşeyin eğitimini alabileceğimi düşünmedik.

Aksine zaman geçip de, kendimi ve hayatı algılayışım, toplum, aile ve belki de içimde taşıdığım ve zamanı gelince bir çicek gibi açan kodlanmış düşünceler ve önyargılarla değişince, kendimi eski hayallerimden iyice uzaklaştırıp, sadece zihinsel varoluşa yöneldim. Bedenimi tüm farklılıkları ile kabul etmek yerine, ondan uzaklaştım, soğudum ve tümüyle zihinsel bir faaliyetin, yani akademimin içinde buldum kendimi. Neyse ki sanat/estetik hala bir tarafında vardı yaptığım işin ve zamanla buna öğretme de girmişti. Ama ben hala kendi bedenini yargılayan, ama bir yandanda onunla iletişim kurmayı, onunla kendimi ifade etmeyi özleyen biri olarak yaşamıma devam ediyordum.

1 yıl kadar önce İzmir yoga da yogayı yeniden bulunca (sanki kaybettiğim birşeyi bulmuşum gibi) içimde yıllardır uyuyan bazı hisler ve düşünceler yeniden uyandı. Unuttuğum ve çoğu zaman ağır yargıladığım bedenime yeninden bakmaya ve onun dinlemeye başladım. Bu dinleme esnasında kızgınlık, yargılama, öfke ve kıskançlık bir yanda sürerken, diğer bir yandan da, içimden bir ses bekleyip süreci izlememi, bendenimi yeninden keşfetmem için kendime karşı sabırlı olmamı, ve bu konuda kendime zaman vermemi söyleyip durdu. İşte bu yüzden Zeliha bana Zeynep Aksoy'un eğitimini almamı söylediğimde, ona ilk söylediğim "Ben hoca olmayı hiç düşünmedim ki! Daha çok yeniyim ben" olmuştu. Yine de fazla sorgulamadan onun önerisine kulak verip eğitime yazıldım. Ama içimde bir sıkıntı vardı. Herkes benden daha iyiyidi mutlaka, ve herkes oraya hoca olmayı aklına koyarak geliyordu. Hernekadar Zeliha derinleşmek için de böyle bir eğitime katılınabileceğini söylemiş olsa da, ben içimden, kendimi müstakbel sınıfımdan ayrı tutmam gerektiğini söylüyordum. Ben onlar gibi olamazdım ki. Bir kere onlarla aynı yerden başlamıyordum işe. 1-0 yeniktim ben. Tüm bu düşüncelerim eğitim sırasında, şalkınlığım eşliğinde değişime uğramaya başladı ve bir derste kendimizi kabul etmemiz üzerine yapılan bir konuşmada ağladığımı hatırlıyorum. O esnada ilk defa kendimi kabul etmeye başladığımı hissettim. Evet belki de sırtı tam düz olmayan bir hoca bile olabilirdim ileride. Belki de bu durumun benim eğitmenliğime katacağı bazı hediyeleri vardı.

Ancak eğitim bitip de gündelik hayat beni yeniden içine çekince, tabi ki bu taze düşünceler de ilk etkilerini yitirmeye başladı. Ve böylece eski benin "ben daha yeni yeni kendimi keşfediyorum hoca moca olamam şu an" düşüncesi döndü dolaştı zihinime yerleşti. İşin ilginç ve komik yanı, ilk asistan dersime, ödevimi tamamlamam için girdiğimde (ki bir gece öncesinde kabus görmüş ve korkudan titreyerek girmiştim derse), doğal bir sakinklik ve güven hissi sardı beni. O zaman düşündüm, üniversitedeki ilk dersimde de aynı şey olmuştu. Konuya hakim hiç hissetmiyordum ama bir şekilde kendi içimde ne varsa onu yansıtmayı sakince becerebilmiş ve hiç ummadığım bir şekilde orada olmaktan zevk almıştım. Aynı mutluluğu yoga dersinde de hissedebileceğimi hiç düşünmemiştim, ama olmuştu bir kere ve bu bulaşıcı bir hastalık gibiydi. Şimdi bu noktada duruyorum. Bu durum ne kadar devam eder bilemiyorum. Ders vermeye devam eder miyim etmez miyim hiçbir fikrim yok. Sadece olanları izliyorum. Adımları atıyorum ve bekleyip görüyorum. Yol beni nereye götürecek. Kendimi kabul etmemin bir yolu da, hayatımda olanları kabul etmek sanırım, ve ben herşeyi olduğu gibi kabul ediyorum.

Fulya

12 Aralık 2011 Pazartesi

YANARDAĞ


2 haftadır yoga  dersi  verirken içimde anlam veremediğim bir düğüm vardı,  keyif alıyordum, öğrencilerde çok keyifli  dersten çıkıyorlardı fakat; enerji  düşüklüğü gibi bir kavramla  girip  çıkıyordum  derse. Birşeyler eksik  içimde, sözlerimde…
Cumartesi günü İzmir Yoga’da ilk  çocuk  yogası  derslerine başladım her zamanki  heyecanımla ve  6  yaşındaki  Çınar benim  içimdeki  o  eksik  hissi  uyandırdı…
En çok  sevdiğim tüllerle çalışmayı yapıyoruz. Avuçlarımızın  içine sıkıca kavramışız tülleri ve çok yavaş halde avuçlarımızı açarken tüllerin  sende yarattığı  hisler ne? Sana  ne anımsatıyor diye sorarken miniklere, Çınar  ‘’Yanardağ  Patlaması gibi’’ dedi.
O  andan sonra bu  cümle 1 gün boyunca  zihnimde dolanıp  durdu.  1  Yıldır yanardağ  gibiyim, her eğitimi  araştırıyor, her workshopa katılmak istiyorum. 
Hocalık eğitiminin son  basamağında Zeynep şimdi hoca  oldunuz  dersleri  vermeye başlayın  demişti. Nasıl büyük  hevesle ders vermek için yanıp  tutuşuyordum. Sıramı aldım bile J 1  ders, 2 ders, 3 ders derken son  3  dersimde hissettirdi  kendini  o  düğüm….
Şimdi  farkındayım… Yanardağ  gibi  patladım.  Herşeye saldırdım, içimdeki  tüm  ateşi bir anda tüketmeye başladım.  Halbuki  bedenim zihnim buna  alışık  değil ve o  an Çınar silkelen artık  kendine bak  dedi.

Ne  oluyor bana?

Çocuk  Yogası  eğitimini aldıktan sonra Marsha ‘’hemen  gidin  ders verin, pratik yapın’’ demişti ve bende büyük  heyecanımla  İzmir’e dönmüştüm de; birkaç hafta sonra baktım kendime hoppp neyle nasıl  ders vereceksin diye  sormuştum.  Eksiktim işte  tıpkı  şimdi ki  asistanlık derslerim gibiydi.

Ben ne  için  eğitim  aldım, olması  gereken  ne? 

Ve  hocalık  eğitimi, önceliği benim çocuk  yogası  derslerimi vermem içindi.
 İşte benim olmam gereken yer, çocuklar  için hazırım.
Şimdi  durmam gerekiyor yanardağ  ateşimi soğumaya bırakıp, eksik  olan yanımı; kendi  yogamı yaparak,  özlediğim  Zeliha’nın derslerine girerek , okumak  ve bu aralar  çok keyif aldığım yazmak… Arada eşime yoga dersi  vermekle tamamlayabileceğim.
Ve hafta sonları minik  bedenlerimle ders yapmak.  Bu  Benim!!!
Çınar; yanardağ şimdilik  uykuda ve  durumundan mutlu
J

Burcu 11/12/2011

10 Aralık 2011 Cumartesi

Hatha Yoga

Yaklaşık 1 yıl öncesi, deli gibi  yoga araştırmasındayım nereden eğitim almalıyım,  ne  yapmalıyım o mu  bu mu olsun  derken bir çok yoga ekolüyle mini şok yaşıyorum :) Başa döndüm sitelerde yoga ekoller hakkında  okuyorum  ama birşey  anlayabiliyorum koca HAYIR!!! Denemek  lazım diyorum peki  nerede? Önceden yaptığım yoganın ekolü  var mıydı  yoganın neresindeydim bilmez haldeyken  asıl  amacım olan Çocuk yogası  eğitimini  aldım,  döndüm İzmir'e fakat  bir eksiklik vardı, hissediyordum ders vermek için hazır değildim, araştırmalara devam...
Bir pazar günüydü nette dolanırken Zeynep  Aksoy'un İzmir'e gelip eğitim vereceğini  okudum. Oleyyyy işte budur daha önceden  baktıklarımda uzun  süreli  İstanbul'da kalmak zor geliyordu gidip  gelmek ayrı bir sorun olur diye düşünürken işte fırsat  yanımda :) Hemen detayları  okudum, daha önceleri  3 kez karşıma çıkıp 3 kez uzunca telefonda konuştuğum ama bir türlü  yüz  yüze gelemediğim Kadın  Zeliha'nın merkezinde İzmir Yoga da bu  eğitim. 2. güzel  haber:) p.tesi  sabahı telefonla Zelihayla tekrar konuştum  ve yanlış bilmiyorsam ilk kaydımı adımı  soyadımı eğitm için yazdırdım  da Bu  hatha Yoga nedir?
Biraz daha araştırmalar yaptım araştırdıkça kafam  karıştı  ama olmuyor  işte,  denemek lazım  dedim  ya 15  gün  sonra  Mayıs başında gittim. Çaldım  Kapısını  İzmir Yoga'nın. BEN GELDİM!!!
Zeliha karşımda  muhteşem kadınım benim... heyecanla tüm  acemeliğimle anlatıyorum birşeyler,  dinliyorum. Doğumdan 1,5 yıl  sonra  ilk kez tekrar  yogaya başlıyordum,  pilates mi, yoga mı  derken, denerken kendimi İzmir yoga'ya bıraktım...
İlk Ders şansıma  Zeliha ile  birebir  yapıyoruz  o gün  kimse gelmiyor,  dersi  anlatmak mümkün değil :) sonunda  düşündüğüm ve ifade ettiğim tek şey  ben daha önce hiç yoga yapmamışım...
Tabiki  diğer yaptığım  derslerde yogaydı,  yok saymak değil ama bana uygun olan  bedenimin EVET dediği tarz  işte bu  HATHA  YOGA.
Emin olmak  istedim araştırdım  başka yoga merkezleriyle de konuştum  ama hiç birinde içimden onlara gitmek gelmedi gerçi  İzmir'de kaç yoga merkezi  var ki :) işte  ne  olduysa bu  hatha  yoga  beni  dönüştürdü...Kendim olduğum,  bedenimi  yeniden  keşfetmeye başladığım, araştırdığım,  hissettiğim,  düşündüren, içimdeki  hisleri  ifade etmeme destek  olan yoga HATHA.
Eğitim  sırasında kitapçığımızda bir  yazı  vardı  Bonnie Bainbridge Cohen  demiş  ki ''Kendimizi değiştirmeye çalışmıyoruz. Sadece varoluşumuza daha çok destek  veriyoruz''
Evet  yogayla değişmedim,  bedenim ve zihnim  daha bi uyum içinde, sadece zihnimle  değil bedenimle de  varım. Nefes alıyorum, nefesimle kalıyorum ve nefesimle  varım. Sınırlarım  genişliyor, sınırlayıcı  hislerimi  terk etmeye başlıyorum, olaylara teslim olabiliyorum, gözlemleyebiliyorum ,Araştırıyorum ve kabullenmenin hazzını yaşıyorum. Daha dengeliyim,  bütünlük  içinde daha esnek,  daha güçlü  bir bedenim var. Her eğitim haftası sonunda ve Workshop  sonralarında; derinlerimde  uyuyan  bir çok hislerim ortaya çıkıyor, ne kadar  sürecek  bu  hisler ve ne  kadar  boğazlarım ağrıyıp aktif şekilde burnum akacak  bilmiyorum ama
Hayatımdasın Yoga...
Burcu
09/12/2011

6 Aralık 2011 Salı

İzmir'e Çağ Gürle geldi, Çağ atladım.


İzmiryoga'dan bir Çağ  Gürle geçti, gelmesiyle Çağ  atladım  desem  yeridir :) Yoğun hafta sonuna  denk  gelen  bir workshop.  Konu  Power vinyasa ve  Anatomi. Aksilik diye adlandırdıklarımız olur ya işte  oldu  o hafta oğlumunuda  veli  toplantısı  var yılda  1  kez  yapılan  buyurdular  ve beni  arada bırakırken içim Çağ  derken  bir taraftan oğluma  vicdan yapıyorum. Karar  aldım  ve  yarım günlük belki katılamayacağımı bildirdiğim  saatte Çağ'ın dersine  gittim. Yolda zihin  düşünceleriyle  Çağ'ı  sorguluyor Nedir? kimdir? ne  yapacak  derken  daha  gelmeden hissetmiştim birçok duygumun yüzeye çıkmasına sebep  olacak...
Cumartesi  sabahı  İzmiryoga'nın kapısından girdim  ve Merhaba herkese ... Çağ karşımda, herkes heyecanlı fakat  Çağ daha da heyecanlı,  o  sakin görümünün içinde kalbi  benden daha hızlı  atıyor gibiydi, bilmem artık  ama ben böyle hissettim.
Gelelim 1.  gün  derse. Başlamadan önce kısa sohbetler  oluyor geç  kalanları  bekliyoruz... bekliyoruz...  Kalorifer  peteklerine yakın olanlar için düşünüyor pestillerinin çıkıp  çıkmayacağını düşünüyor :) eyvah  diyorum daha şimdiden bunu  soruyorsa 2 saat ne  yaptıracak!!! Hava da  çok güzel  bugun. Arada fotoğraf çekiliyor, konuşuluyor, başımıza neler gelecek?
Başlıyoruz. Kolay  sanılan ama  en zor poz Tadasana... yumuşak  nefeslerle nefes al, kollar  kulakların  yanından yukarıya uzanıyor ve  nefes ver  yumuşakca aşağıya katlan, iyiyymiş yumuşak  yavaş akış  diye düşünüyorum aşağıya katlanırken dizler  bükülüyor baş  aşağıya ağır, nefes al  ve ver hopppa bir süre kaldık burada, nefes al yarıyol  açıl  ve  omurgayı  uzat; durduk. nefes  al  ve verirken aşağıya katlan  offffff dizlerimmmm.
Nefes al  Utkatasana, nefes ver Tadasana ohhhh. Ve bu  akışı 6 kez yaptık ben gene düşünmeye başladım Burada şu  an olmalı mıydım yoksa Lorenzo'nun toplantısına gitmeli miydim :) hala vinyasa devam  ediyor.Namaskar Tadasana'da demez mi  daha başlamadık, Adho Mukha Svasana'ya geçtik ohhh dedim. Bu pozda hiç  bu  kadar  keyifli  dinleneceğimi düşünmemiştim. birde  25dk. burada tutacakmışmışmış... akış  devam  ediyor tekrar aşağı  bakan köpeğe geldik ve  plank pozisyonunda kaldık  kollar sanki  bana ait  olmak istemiyorlar, nefesler  son hız  alınıp  verilirken anısını anlatacakmış bak  şimdi :)))Al bana  bir sürpriz daha  neyseki  şakaydı  da plankden  aşağıya bedenlerimizi bıraktık. Hala ısınma  pozlarındayız nefes nefeseyiz 20 dk. power vinyasa yapıyoruz o  20 dk.  bana  ömür gelmeye başladı :) Herkes terlemiş  nefeslerden  dolayı içerisi  buhar oldu  camda açmıyor,  ispatı resimlerde bulanık görülen resimler,  makinadan ya da  çekenden kaynaklı  değil sorumlusu  Çağ :) 40. dakikalar diyor ki hazır planke  gelmişken uzat sağ ayağını, ama  çok  değil gövde hala  plankde başını  düz tut nefes seslerini daha çok  duyar  oldum. sağ  bacak indir sol  bacağı  kaldır, hopppp İstanbul  anısına  girmeden birde İzmir anısı yarattı kendine.  Neyseki anlatmıyor yere uzandık poffffff. içimden çıkan ses çok farklı olacak  ama durmuyor izin vermiyor hemen pozlara geçiş  yapıyoruz. Birkaç nefes alsaydık  Lütfen!!! Yok işte bunlar  aklımdan geçerken ve sınıftaki  herkes ahlayıp poflarken  demez mi; uzun  yıllardır sanskrikçe  dilini  araştırıyorum ve  daha fazla ne demek biliyor musunuz tabi  ben  ciddi  ciddi bir sonraki  kelimesini  bekliyorum ah! of!pof!  kelimeleri  daha fazla yaptır  anlamına  geliyormuş.  Nefes  al adho mukha  svanasana'dayken  sol  bacak  gökyüzüne doğru  kaldır, bakıyorum 1,5 saat  geçti  savasana beklerken  daha da vinyasa olup  pozlar zorlaşıyor. Omuz, kol ve  ters duruşlara geçtik, neyseki bu  ters duruşları  seviyorum. 1 saat  50dk.  ve  sonunda savasana. İçeriden  Makbule'nın yemek  hazırlığı sesleri geliyor, öğlen arasında  burada kalmak  istemedim, ara verilmesiyle birlikte hemen kendimi dışarıya attım. İlk  kez İzmiryoga'da  yemek  arasında kendimi  oradan  uzaklaştırma ihtiyacı  duydum. tadasana  ile  başlayıp  savasana'yla  biten  dersin 2.  yarısında Anatomi  vardı ki muhteşemdi.
2. gün; Tadasana ile başlayıp yarıyol ve  düne  benzer akışla devam  ederken çok hoş yeni pozlarda  vardı  fakat bugun bir chaturanga sürpriziyle karşılaştım. bu poz da yaşanan hislerimi ayrı  bir zamanda  ayrı  yazı  başlığında yazmak daha uygun  hem  Ayça  kendi  bloğunda  bunu çok güzel  ifade etmiş . Hislerime tercüme olmuş.
1. günden  benim için daha  güzel  geçen ters duruşlara geldik,  akışkan olan pozların üstüne ters duruşlarda  yüzeye çıkan hislerime etki  oldu  ve  artık 2. yarının anatomi  dersinin bir bölümünde  artık  gözlerimi  açık  tutmak  imkansızlaştı. 15dk.  o salonda  o anda  olamayıp  dinlenmeye geçtim,  üzerimde  bir ağırlık.
Partner çalışması  ayrı  bir keyifken o  hislerim yok mu :) Şule  ile  karşı  karşıya  bakışıyoruz  içimde o  an anlam katamadığım bir his, içimde  tutsam  ağlayacağım hemde  hüngür hüngür , tutmak istemiyorum ve  bu  his her neyse yoğun bir kahkahayla  çıkıyor ve ardından gülme  krizine  dönüşüyor. ya susup  ağlayacağım ya da gülmeye devam  edeceğim. bir taraftanda toparlanmaya çalışıyorum.
Gün bitiyor, ders bitti Çağ  ve yoga arkadaşlarımla vedalaşarak evime doğru  gidiyorum. 2 günün tadını, lezzetini  tam tadı  damağımda kalarak renklendirmek istedim  kırmızı şarabımla.
Gece bir  öksürük boğazımda  bir  gıcık ve düğüm, sesim çıkamıyor, başım, midem.  Ah  bu  yüzeye çıkan hisler kime  gıcık oldum ki  şimdi :))))
Çok  Teşekkür ederim  Çağ, iyi ki  İzmir'e geldin ve seni  tanıdık. Bu çalışmaya inan çok ihtiyacım  varmış. Bir sonraki İzmir çalışmanda Fabrizio'nunda katılımcı  olmasını  gönülden istiyorum. Eminim tüm katılımcı  arkadaşlarımda senin  burada olmandan çok memnun kalmışlardır. Bu workshop  deneyimim sayesinde; senin çalışmanla sonunda  bloğumuda güncellemiş oluyorum ve  ilk yazımı  yayınlıyorum.
Ellerim kalbin önünde seni  selamlıyorum.
PS. Yeni  orkide alırsan artık  boğumundan kestiğin yaşar mı  bilemiyorum, İzmiryoga'nın orkidesine Beyza asistan olduğu  gibi  sende  bir orkide asistan belirle.  Asistan  şart :)
Burcu,
5 Aralık 2011

5 Aralık 2011 Pazartesi

I've got the power.

Bi kaç nefes öncesi var hikayenin, chaturangada başlayıp, chaturangada devam eden ve haaala nefes al chaturanga, nefes ver, chaturanga, nefes al, chaturanga, nefes ver chaturanga, nefes al chaturanga, nefes ver ve artık yüzükoyun yere in diyecek tabii ki derken, ne diyor dersin? Chaturanga! Çatır çutur bir chaturangadır gidiyor da bir chaturangaya bu kadar nefes, pes doğrusu! Önce dizlerim pes ediyor. Herkes orada nefes alıp verirken ben nerdeyim, bilmiyorum. Dizlerimin yerle temasını hissediyorum ve tabii başka bir çok şey. Gözlerimin önünden terler yağmur gibi iniyor. (Terleyen bir insanım yani ben?) Elim kolum, dizlerim, bacaklarım yabancı bir dilde titriyor. Göğüs kafesim alışkın olmadığı bir ritmde açılıp kapanıyor. Kalbim gidebilecek daha uzak bir nokta var mı, onun araştırmasında…  Sabahtan beri urdhva hastasana’dan uttanasana’ya uzuuuun yollardan gidiyoruz, ama herşeye rağmen, biraz sonra başıma gelecekler hakkında en ufak bir fikrim yok.

Pincha mayurasana ve ellerimi dirseklerimin olduğu yere yerleştirdiğim anda, hop kalça, hop leğen kemiği, iki bacak, havadayım.. Bu kadar kolay olabilir mi pincha mayurasana derken chaturanga’ya bu geçiş ne alaka? Yukarıda kalmak istiyorum ben. Ama beden beni dinlemiyor, beden asi, beden huysuz. Çaaat ellerin arasına doğru kayıyor başım ve anlaşılmaz biçimde göğüs kafesim de sadakatle onu takipte. Çaaat diye chaturangadan geçerek yere geliyor beden. Ben böyle güzel inmek görmedim, kendi inişime hayran, inmekten fenalık geçiriyorum. İstemiyorum ki bir yere gitmek. Bir kere, iki kere, üç kere, pes ediyorum artık. Bir gülme geliyor. Anladım ki bugün olmayacak pincha mayurasana, demek bugün günlerden başka şey… Akışta olmayan, ters duruşta oluyor. Kaç chaturanga kaçırdıysam, o kadar chaturangaya düşüyorum kendi ellerimin arasında. Anladım ki mat, kendinden kaçmaya çalışmak için doğru yer değil.

Çokça gülerek, içlerden kimbilir neler geçirilerek geçildi aşağı bakanlara, plankten yüzüstüne, bolca terleyerek.. Meğer ben o terle başka toksinler atmışım. “Ara” dediğinde neredeyse uçarak gidiyorum üstümü değiştirmeye. İçimde bir kendini dışarı atma telaşı, yüzümden süzülenleri hala ter zannederken inatçı ve şapşal bedenim, anlamsız hıçkırıklara boğuluyorum. Neredeyse kendime dönüp “noluyor usta?” diyeceğim, “olayın ne?” Olayın ne olduğunu bilmiyorum, içimde birtek dürtü var: koşarak, çarparak, yıkarak uzaklaşmak… 

Saçlarımı ve güneş gözlüklerimi halka karışıp tanınmamaya çalışan celebrityler gibi siper ederek yüzüme gözüme, hızla çıkıyorum kapıdan. Kendimi sokağın pek de ferah olmayan nefesine attığımda, içimdeki şey bir daha yükseliyor. Dış dünyanın havasıyla daha önemsiz gözükür zannettiğim o şey ne ise, sokaktaki kepçenin kaldırım taşlarını kaldırıp attığı gibi fırlatıyor beni bir oraya bir buraya. Birşeye yeniliyorum içerilerde, cadde üstünde değil ama arka sokaklarda yeni bir yer var ki ne olduğu hakkında en ufak bir fikrim yok. En sinir olduğum da bu. Beni soktuğu travmatik duygu bozukluğundan öte, anlamsızlığı sersemletiyor. Yarım yamalak hatırladığın rüyalar gibi, anlatmaya can attığın ama anlatacak kelimeleri bulamadığın. Hislerden ibaret ve yabancı olduğun hisler ki, konuşmaya dökemiyorsun. Etiketsiz şişede bir şarap.. Üzümünü bilmediğin için bağını soramıyorsun. Tadı nasıl? Buruk, hafif, tanenli? Bilmiyorsun işte. Bu kadar basit. İçinde dağlar devriliyor, okyanuslar taşıyor, depremler oluyor, ama neden? Bilmiyorsun. 

Korkunç…

…………………………………………………………………………………………………………………………………………..

Bütün bunlar dün oldu. İçime ata ata geçtiğimi zannederken, birçok gören göz gelip buldu beni. Oysa saklanmak istemiştim. Demiştim ki kendime “git küçücük ol, görünmez ol, kimse anlamasın”. Oysa eskiden beri yanında duranlar bazen görmüyor da, ayda yılda bir odanın en ucundaki matlarda buluştukların görüyor seni. Ürkek, kaygılı ve bir o kadar da saygılı tarif ediyorlar gördüklerini, başlangıç seviyesi bir pozu tarif eder gibi. Nefes alırken sana doğru gelmek istedim ama nefes verip sağ dizi bükerken anladım, ben kocaman bir nefesi kalbimin arkasına aldım, başımı sağa çevirirken, sen başını çevirdin sol elinin parmaklarına doğru.. Candan, sevecen ve bir o kadar da saf tarif ediyorlar gördüklerini: gözlerin sanki daha yeşil, çok yeşil. Mesafeli, çekingen, bir o kadar da dışarıdan tarif ediyorlar gördüklerini.. 

Görünüyorsun yani. Görüyorlar. Bakan, cidden görüyor seni.

Nasıl birşey resmen saydam olmak orada, başını eğsen de, ellerinle yüzünü kapatsan da, saçlarının arkasına saklansan da, bu kadar görünür olmak..

Korkunç mu?

Anladım ki mat, arkasına saklanılacak yer değil.

Sabahki uygulamanın sonlarına doğru, uttanasana’da dokundu içimdeki yere. Aa, dedim, burda böyle bir yer var, çabasız, bırakabildiğin, ama sannnki komşusu pek sevimsiz. Sen eve geldiğinde, daha anahtarı kilide sokarken pat diye dikiliyor karşına, bırak diyor, bırak gitsin.. Sakın ha dedim kendime, sakın, sakın. Hala tuttuğun bir yer olabilir, tut onu ve sakın bırakma. “Ara” dediğinde neredeyse ışınlanarak gidiyorum üstümü değiştirmeye. İçimde bir kendini dışarı atma telaşı, yüzümden süzülenleri hala ter zannederken inatçı ve şapşal bedenim, kendime dönüp hiçbirşey sormayacağım. İçimde sıkışan nefesi boşaltıp hızlıca çıkıyorum kapıdan. Ayakkabılarım yok. Geri dönüp ayakkabılarımı alıp hızlıca çıkıyorum kapıdan. Büyük otelin sırasındaki kafeye gidiyorum. Daha yolda alelacele, acemi bir taramayla çantamdan çakmağı çıkaran ellerim sigaraya ulaşamıyor. Ay bir komik geliyor bu olay bana. Ne yani şimdi geri dönüp sigaramı alıp, yine hızlıca çıkayım mı oradan? E nasıl olsa geri döneceksin. Zaten bu celebrity havaları falan, o matlardakilere pek sökmüyor şekerim. Sen en iyisi sıcak çikolatanın tadına bahane bularak kalk ve Makbuş’un sıcacık çayından iç.. 

Olayın ne olduğunu bilmiyorum, içimde bir heyecan. Yoksa ben bugünü dün mü zannettim? 


Sol bacağım dimdik havada, dirseklerim yerde, avuçlarım yeri iterken sağ dizimi büküp zıplıyorum. Dirseklerim açılıyor. Bi daha. Sol bacağım dimdik yukarıda, dirseklerim yerde, avuçlarım yeri iterken, sağ dizimi büküp zıplıyorum, ayaklarım tavana doğru giderken başım da tak diye yere geliyor. Bir daha, başka matta, sol bacağım dimdik yukarıda, kollarım full stretch, zıplamadan geri geliyorum, gözlerimi gözlerine kaldırıyorum, dün beni gören gözlerine, çocukta bile titreyerek, “kalkamayacağım” diyorum..

Anladım ki mat, mış gibi yapmak için doğru yer değil.


Ayça, 4 Aralık.