Bir zamanlar sahip olduğumu düşündüğüm bir ben vardı ama şimdi kim olduğumu bile bilmiyorum. Nasıl bir his, nasıl bir duygu, unutmuş olabilirim. Şimdi BEN.
Var olduğum anlar sayılı. Kendimle yüz yüzeyim, neyin peşindeyim, hiç bilmiyorum. Kovaladığım şey ne, koşup durduğum. An gelir, herşey biter... An gelir sen olurum, an gelir ben..
Acı verici bir deneyim, şimdi sen de yoksun, ben de. Ve ben ne arıyordum, olmayan birşeyi. Arayış sonsuz. Ben sonsuz...
Şimdi bana sorabilirsin. Ne biliyorsun. Şimdi ben sana söyleyebilirim. Herşeyin belirsiz olduğunu çünkü bu oyunun kuralı bu, herşey daima değişecek. Bu belirsizliğe hazır mısın.
Hayatına anlamı, bu değişimi yaşamak, sonsuz değişimi, belirsiziği.. Hiçbirşey aynı kalmayacak. Varabileceğin bir yer yok. Kalabileceğin bir yer de yok.
Asırlardır bu böyleydi. Şimdi oku geçmişini ve şimdi gör var olanı. Bu belirsizlik mi seni korkutan..
devam etmene engel olan. Zaten olduğun gibi kalamayacaksın. Arkana bakman ne işine yaradı. Geleceği görmenin de sana bir faydası yok. Çünkü gelecek henüz yaşanmadı ve o bile tek bir gelecek değil..
Düşünme, düşünmeyi bıraktığın an da içine akacağım. Var olduğunu düşünme.. DÜŞÜN içinde kalma. GERÇEĞE uzan. Gerçeği şimdi bulacaksın. Tam gözlerinin önünde uzanıyor. Ona bir bakış at ve bir anlığına bunu yaşa.
Sence korku var mı?
Gerçekten?
Ne kaldı geriye bakışlardan başka..
Zaman, elini uzatabileceğin birşey değil. Onu şekle şemale sokmaya çalışma.
Elinde ne var ondan başka. Ve anı düşünemezsin, ancak yaşayabilirsin.
Ellerin çok güzel, ona biraz dokun.
Gözlerin çok güzel, biraz bak.
Sesin çok aenkli, biraz söyle.
Ellerin, onlarla yaşa, yaşat, var ol. Herşey ellerinde gizli. Varoluşun. Onu hisset.
Sesin, onunla titreşim yaratabilirsin. Onunla yarat.
Gözlerin, gözleriniz bakabilir, yarattıklarını görebilirsin. Onlarla daha çok orada olabilirsin.
Araştır istiyorsan, çok da zor değil.
Hadi şimdi biraz uyu.
Gözlerin dinlensin. Bugün çok yorulmuş olabilirler, olabildiğince dinlendir....
18 Aralık 2011 Pazar
16 Aralık 2011 Cuma
Kabul etme üzerine
Epeydir düşünüyorum. Nasıl oldu da kendimi bu yolda buldum diye. Seneler önce yoga ile ilk tanıştığımda pekçok duyguyu ve düşünceyi bir arada yaşamıştım. Merak; yoga esnasındaki acının verdiği haz; kendimi (omurgamdaki eğirilik yüzünden) diğerlerine göre yetersiz hissetme ve bunun yol açtığı öfke; bedenimle iletişimde olmanın verdiği ve beni çocukluğuma götüren nostalji; hatırlayabildiklerim. Yogayla ilk tanışmam belki de bu fazla his yoğunluğu yüzünden pek de sıcak olmamıştı.
Çocukken odamdaki yatağın üzerine uzaktan koşarak takla atarken ve bil umum akrobatik harekler içerisinde saatlerimi ve günlerimi geçirirken, ya jimnastikçi, ya buz pateni sporcusu, ya da sirk jambazı olduğumu hayal ederek geçirdiğim oyunlar oynardım sürekli.O zamanlar yoga nedir duymamış, görmemiştim hiç. Sadece bedenimle uyum içerisinde olmak, onun bir sınır değil de, beni sınırsızlığa götüren bir araç olduğunu keşfetmek beni çok mutlu ederdi. İşin estetik kısmı da çok önemliydi benim için. Televizyonda izlediğim ritmik jimanstikçilere, buz üzerinde kuğu gibi akan buz patencilerine veya uçuşan kıyafetler içinde akılalmaz hareketleri yapabilen balerinlere hayranlık ve gıpta ile bakar ve onlar gibi olduğumu hayal ederdim. Yine de o çocukluk yıllarımda, ne ailem ne de ben, bedenle yapılan herhangi birşeyin eğitimini alabileceğimi düşünmedik.
Aksine zaman geçip de, kendimi ve hayatı algılayışım, toplum, aile ve belki de içimde taşıdığım ve zamanı gelince bir çicek gibi açan kodlanmış düşünceler ve önyargılarla değişince, kendimi eski hayallerimden iyice uzaklaştırıp, sadece zihinsel varoluşa yöneldim. Bedenimi tüm farklılıkları ile kabul etmek yerine, ondan uzaklaştım, soğudum ve tümüyle zihinsel bir faaliyetin, yani akademimin içinde buldum kendimi. Neyse ki sanat/estetik hala bir tarafında vardı yaptığım işin ve zamanla buna öğretme de girmişti. Ama ben hala kendi bedenini yargılayan, ama bir yandanda onunla iletişim kurmayı, onunla kendimi ifade etmeyi özleyen biri olarak yaşamıma devam ediyordum.
1 yıl kadar önce İzmir yoga da yogayı yeniden bulunca (sanki kaybettiğim birşeyi bulmuşum gibi) içimde yıllardır uyuyan bazı hisler ve düşünceler yeniden uyandı. Unuttuğum ve çoğu zaman ağır yargıladığım bedenime yeninden bakmaya ve onun dinlemeye başladım. Bu dinleme esnasında kızgınlık, yargılama, öfke ve kıskançlık bir yanda sürerken, diğer bir yandan da, içimden bir ses bekleyip süreci izlememi, bendenimi yeninden keşfetmem için kendime karşı sabırlı olmamı, ve bu konuda kendime zaman vermemi söyleyip durdu. İşte bu yüzden Zeliha bana Zeynep Aksoy'un eğitimini almamı söylediğimde, ona ilk söylediğim "Ben hoca olmayı hiç düşünmedim ki! Daha çok yeniyim ben" olmuştu. Yine de fazla sorgulamadan onun önerisine kulak verip eğitime yazıldım. Ama içimde bir sıkıntı vardı. Herkes benden daha iyiyidi mutlaka, ve herkes oraya hoca olmayı aklına koyarak geliyordu. Hernekadar Zeliha derinleşmek için de böyle bir eğitime katılınabileceğini söylemiş olsa da, ben içimden, kendimi müstakbel sınıfımdan ayrı tutmam gerektiğini söylüyordum. Ben onlar gibi olamazdım ki. Bir kere onlarla aynı yerden başlamıyordum işe. 1-0 yeniktim ben. Tüm bu düşüncelerim eğitim sırasında, şalkınlığım eşliğinde değişime uğramaya başladı ve bir derste kendimizi kabul etmemiz üzerine yapılan bir konuşmada ağladığımı hatırlıyorum. O esnada ilk defa kendimi kabul etmeye başladığımı hissettim. Evet belki de sırtı tam düz olmayan bir hoca bile olabilirdim ileride. Belki de bu durumun benim eğitmenliğime katacağı bazı hediyeleri vardı.
Ancak eğitim bitip de gündelik hayat beni yeniden içine çekince, tabi ki bu taze düşünceler de ilk etkilerini yitirmeye başladı. Ve böylece eski benin "ben daha yeni yeni kendimi keşfediyorum hoca moca olamam şu an" düşüncesi döndü dolaştı zihinime yerleşti. İşin ilginç ve komik yanı, ilk asistan dersime, ödevimi tamamlamam için girdiğimde (ki bir gece öncesinde kabus görmüş ve korkudan titreyerek girmiştim derse), doğal bir sakinklik ve güven hissi sardı beni. O zaman düşündüm, üniversitedeki ilk dersimde de aynı şey olmuştu. Konuya hakim hiç hissetmiyordum ama bir şekilde kendi içimde ne varsa onu yansıtmayı sakince becerebilmiş ve hiç ummadığım bir şekilde orada olmaktan zevk almıştım. Aynı mutluluğu yoga dersinde de hissedebileceğimi hiç düşünmemiştim, ama olmuştu bir kere ve bu bulaşıcı bir hastalık gibiydi. Şimdi bu noktada duruyorum. Bu durum ne kadar devam eder bilemiyorum. Ders vermeye devam eder miyim etmez miyim hiçbir fikrim yok. Sadece olanları izliyorum. Adımları atıyorum ve bekleyip görüyorum. Yol beni nereye götürecek. Kendimi kabul etmemin bir yolu da, hayatımda olanları kabul etmek sanırım, ve ben herşeyi olduğu gibi kabul ediyorum.
Fulya
Çocukken odamdaki yatağın üzerine uzaktan koşarak takla atarken ve bil umum akrobatik harekler içerisinde saatlerimi ve günlerimi geçirirken, ya jimnastikçi, ya buz pateni sporcusu, ya da sirk jambazı olduğumu hayal ederek geçirdiğim oyunlar oynardım sürekli.O zamanlar yoga nedir duymamış, görmemiştim hiç. Sadece bedenimle uyum içerisinde olmak, onun bir sınır değil de, beni sınırsızlığa götüren bir araç olduğunu keşfetmek beni çok mutlu ederdi. İşin estetik kısmı da çok önemliydi benim için. Televizyonda izlediğim ritmik jimanstikçilere, buz üzerinde kuğu gibi akan buz patencilerine veya uçuşan kıyafetler içinde akılalmaz hareketleri yapabilen balerinlere hayranlık ve gıpta ile bakar ve onlar gibi olduğumu hayal ederdim. Yine de o çocukluk yıllarımda, ne ailem ne de ben, bedenle yapılan herhangi birşeyin eğitimini alabileceğimi düşünmedik.
Aksine zaman geçip de, kendimi ve hayatı algılayışım, toplum, aile ve belki de içimde taşıdığım ve zamanı gelince bir çicek gibi açan kodlanmış düşünceler ve önyargılarla değişince, kendimi eski hayallerimden iyice uzaklaştırıp, sadece zihinsel varoluşa yöneldim. Bedenimi tüm farklılıkları ile kabul etmek yerine, ondan uzaklaştım, soğudum ve tümüyle zihinsel bir faaliyetin, yani akademimin içinde buldum kendimi. Neyse ki sanat/estetik hala bir tarafında vardı yaptığım işin ve zamanla buna öğretme de girmişti. Ama ben hala kendi bedenini yargılayan, ama bir yandanda onunla iletişim kurmayı, onunla kendimi ifade etmeyi özleyen biri olarak yaşamıma devam ediyordum.
1 yıl kadar önce İzmir yoga da yogayı yeniden bulunca (sanki kaybettiğim birşeyi bulmuşum gibi) içimde yıllardır uyuyan bazı hisler ve düşünceler yeniden uyandı. Unuttuğum ve çoğu zaman ağır yargıladığım bedenime yeninden bakmaya ve onun dinlemeye başladım. Bu dinleme esnasında kızgınlık, yargılama, öfke ve kıskançlık bir yanda sürerken, diğer bir yandan da, içimden bir ses bekleyip süreci izlememi, bendenimi yeninden keşfetmem için kendime karşı sabırlı olmamı, ve bu konuda kendime zaman vermemi söyleyip durdu. İşte bu yüzden Zeliha bana Zeynep Aksoy'un eğitimini almamı söylediğimde, ona ilk söylediğim "Ben hoca olmayı hiç düşünmedim ki! Daha çok yeniyim ben" olmuştu. Yine de fazla sorgulamadan onun önerisine kulak verip eğitime yazıldım. Ama içimde bir sıkıntı vardı. Herkes benden daha iyiyidi mutlaka, ve herkes oraya hoca olmayı aklına koyarak geliyordu. Hernekadar Zeliha derinleşmek için de böyle bir eğitime katılınabileceğini söylemiş olsa da, ben içimden, kendimi müstakbel sınıfımdan ayrı tutmam gerektiğini söylüyordum. Ben onlar gibi olamazdım ki. Bir kere onlarla aynı yerden başlamıyordum işe. 1-0 yeniktim ben. Tüm bu düşüncelerim eğitim sırasında, şalkınlığım eşliğinde değişime uğramaya başladı ve bir derste kendimizi kabul etmemiz üzerine yapılan bir konuşmada ağladığımı hatırlıyorum. O esnada ilk defa kendimi kabul etmeye başladığımı hissettim. Evet belki de sırtı tam düz olmayan bir hoca bile olabilirdim ileride. Belki de bu durumun benim eğitmenliğime katacağı bazı hediyeleri vardı.
Ancak eğitim bitip de gündelik hayat beni yeniden içine çekince, tabi ki bu taze düşünceler de ilk etkilerini yitirmeye başladı. Ve böylece eski benin "ben daha yeni yeni kendimi keşfediyorum hoca moca olamam şu an" düşüncesi döndü dolaştı zihinime yerleşti. İşin ilginç ve komik yanı, ilk asistan dersime, ödevimi tamamlamam için girdiğimde (ki bir gece öncesinde kabus görmüş ve korkudan titreyerek girmiştim derse), doğal bir sakinklik ve güven hissi sardı beni. O zaman düşündüm, üniversitedeki ilk dersimde de aynı şey olmuştu. Konuya hakim hiç hissetmiyordum ama bir şekilde kendi içimde ne varsa onu yansıtmayı sakince becerebilmiş ve hiç ummadığım bir şekilde orada olmaktan zevk almıştım. Aynı mutluluğu yoga dersinde de hissedebileceğimi hiç düşünmemiştim, ama olmuştu bir kere ve bu bulaşıcı bir hastalık gibiydi. Şimdi bu noktada duruyorum. Bu durum ne kadar devam eder bilemiyorum. Ders vermeye devam eder miyim etmez miyim hiçbir fikrim yok. Sadece olanları izliyorum. Adımları atıyorum ve bekleyip görüyorum. Yol beni nereye götürecek. Kendimi kabul etmemin bir yolu da, hayatımda olanları kabul etmek sanırım, ve ben herşeyi olduğu gibi kabul ediyorum.
Fulya
12 Aralık 2011 Pazartesi
YANARDAĞ
2 haftadır yoga
dersi verirken içimde anlam
veremediğim bir düğüm vardı, keyif
alıyordum, öğrencilerde çok keyifli
dersten çıkıyorlardı fakat; enerji
düşüklüğü gibi bir kavramla
girip çıkıyordum derse. Birşeyler eksik içimde, sözlerimde…
Cumartesi günü İzmir Yoga’da ilk çocuk
yogası derslerine başladım her
zamanki heyecanımla ve 6
yaşındaki Çınar benim içimdeki
o eksik hissi
uyandırdı…
En çok sevdiğim tüllerle çalışmayı yapıyoruz. Avuçlarımızın içine sıkıca kavramışız tülleri ve çok yavaş halde avuçlarımızı açarken tüllerin sende yarattığı hisler ne? Sana ne anımsatıyor diye sorarken miniklere, Çınar ‘’Yanardağ Patlaması gibi’’ dedi.
En çok sevdiğim tüllerle çalışmayı yapıyoruz. Avuçlarımızın içine sıkıca kavramışız tülleri ve çok yavaş halde avuçlarımızı açarken tüllerin sende yarattığı hisler ne? Sana ne anımsatıyor diye sorarken miniklere, Çınar ‘’Yanardağ Patlaması gibi’’ dedi.
O andan sonra
bu cümle 1 gün boyunca zihnimde dolanıp durdu.
1 Yıldır yanardağ gibiyim, her eğitimi araştırıyor, her workshopa katılmak
istiyorum.
Hocalık eğitiminin son basamağında
Zeynep şimdi hoca oldunuz dersleri
vermeye başlayın demişti. Nasıl
büyük hevesle ders vermek için yanıp tutuşuyordum. Sıramı aldım bile J 1 ders, 2 ders, 3 ders derken son 3
dersimde hissettirdi kendini o
düğüm….
Şimdi farkındayım…
Yanardağ
gibi patladım. Herşeye saldırdım, içimdeki tüm
ateşi bir anda tüketmeye başladım.
Halbuki bedenim zihnim buna alışık
değil ve o an Çınar silkelen
artık kendine bak dedi.
Ne oluyor bana?
Çocuk Yogası eğitimini aldıktan sonra Marsha ‘’hemen gidin
ders verin, pratik yapın’’ demişti ve bende büyük heyecanımla
İzmir’e dönmüştüm de; birkaç hafta sonra baktım kendime hoppp neyle
nasıl ders vereceksin diye sormuştum.
Eksiktim işte tıpkı şimdi ki
asistanlık derslerim gibiydi.
Ben ne için eğitim aldım, olması gereken ne?
Ve hocalık eğitimi, önceliği benim çocuk yogası derslerimi vermem içindi.
İşte benim olmam gereken yer, çocuklar için hazırım.
Şimdi durmam
gerekiyor yanardağ ateşimi soğumaya bırakıp, eksik olan yanımı; kendi yogamı yaparak, özlediğim
Zeliha’nın derslerine girerek , okumak
ve bu aralar çok keyif aldığım yazmak…
Arada eşime yoga dersi vermekle
tamamlayabileceğim.
Ve hafta sonları minik
bedenlerimle ders yapmak. Bu Benim!!!
Çınar; yanardağ şimdilik uykuda ve durumundan mutlu J
Çınar; yanardağ şimdilik uykuda ve durumundan mutlu J
Burcu 11/12/2011
10 Aralık 2011 Cumartesi
Hatha Yoga
Yaklaşık 1 yıl öncesi, deli gibi yoga araştırmasındayım nereden eğitim almalıyım, ne yapmalıyım o mu bu mu olsun derken bir çok yoga ekolüyle mini şok yaşıyorum :) Başa döndüm sitelerde yoga ekoller hakkında okuyorum ama birşey anlayabiliyorum koca HAYIR!!! Denemek lazım diyorum peki nerede? Önceden yaptığım yoganın ekolü var mıydı yoganın neresindeydim bilmez haldeyken asıl amacım olan Çocuk yogası eğitimini aldım, döndüm İzmir'e fakat bir eksiklik vardı, hissediyordum ders vermek için hazır değildim, araştırmalara devam...
Bir pazar günüydü nette dolanırken Zeynep Aksoy'un İzmir'e gelip eğitim vereceğini okudum. Oleyyyy işte budur daha önceden baktıklarımda uzun süreli İstanbul'da kalmak zor geliyordu gidip gelmek ayrı bir sorun olur diye düşünürken işte fırsat yanımda :) Hemen detayları okudum, daha önceleri 3 kez karşıma çıkıp 3 kez uzunca telefonda konuştuğum ama bir türlü yüz yüze gelemediğim Kadın Zeliha'nın merkezinde İzmir Yoga da bu eğitim. 2. güzel haber:) p.tesi sabahı telefonla Zelihayla tekrar konuştum ve yanlış bilmiyorsam ilk kaydımı adımı soyadımı eğitm için yazdırdım da Bu hatha Yoga nedir?
Biraz daha araştırmalar yaptım araştırdıkça kafam karıştı ama olmuyor işte, denemek lazım dedim ya 15 gün sonra Mayıs başında gittim. Çaldım Kapısını İzmir Yoga'nın. BEN GELDİM!!!
Zeliha karşımda muhteşem kadınım benim... heyecanla tüm acemeliğimle anlatıyorum birşeyler, dinliyorum. Doğumdan 1,5 yıl sonra ilk kez tekrar yogaya başlıyordum, pilates mi, yoga mı derken, denerken kendimi İzmir yoga'ya bıraktım...
İlk Ders şansıma Zeliha ile birebir yapıyoruz o gün kimse gelmiyor, dersi anlatmak mümkün değil :) sonunda düşündüğüm ve ifade ettiğim tek şey ben daha önce hiç yoga yapmamışım...
Tabiki diğer yaptığım derslerde yogaydı, yok saymak değil ama bana uygun olan bedenimin EVET dediği tarz işte bu HATHA YOGA.
Emin olmak istedim araştırdım başka yoga merkezleriyle de konuştum ama hiç birinde içimden onlara gitmek gelmedi gerçi İzmir'de kaç yoga merkezi var ki :) işte ne olduysa bu hatha yoga beni dönüştürdü...Kendim olduğum, bedenimi yeniden keşfetmeye başladığım, araştırdığım, hissettiğim, düşündüren, içimdeki hisleri ifade etmeme destek olan yoga HATHA.
Eğitim sırasında kitapçığımızda bir yazı vardı Bonnie Bainbridge Cohen demiş ki ''Kendimizi değiştirmeye çalışmıyoruz. Sadece varoluşumuza daha çok destek veriyoruz''
Evet yogayla değişmedim, bedenim ve zihnim daha bi uyum içinde, sadece zihnimle değil bedenimle de varım. Nefes alıyorum, nefesimle kalıyorum ve nefesimle varım. Sınırlarım genişliyor, sınırlayıcı hislerimi terk etmeye başlıyorum, olaylara teslim olabiliyorum, gözlemleyebiliyorum ,Araştırıyorum ve kabullenmenin hazzını yaşıyorum. Daha dengeliyim, bütünlük içinde daha esnek, daha güçlü bir bedenim var. Her eğitim haftası sonunda ve Workshop sonralarında; derinlerimde uyuyan bir çok hislerim ortaya çıkıyor, ne kadar sürecek bu hisler ve ne kadar boğazlarım ağrıyıp aktif şekilde burnum akacak bilmiyorum ama
Hayatımdasın Yoga...
Burcu
09/12/2011
Bir pazar günüydü nette dolanırken Zeynep Aksoy'un İzmir'e gelip eğitim vereceğini okudum. Oleyyyy işte budur daha önceden baktıklarımda uzun süreli İstanbul'da kalmak zor geliyordu gidip gelmek ayrı bir sorun olur diye düşünürken işte fırsat yanımda :) Hemen detayları okudum, daha önceleri 3 kez karşıma çıkıp 3 kez uzunca telefonda konuştuğum ama bir türlü yüz yüze gelemediğim Kadın Zeliha'nın merkezinde İzmir Yoga da bu eğitim. 2. güzel haber:) p.tesi sabahı telefonla Zelihayla tekrar konuştum ve yanlış bilmiyorsam ilk kaydımı adımı soyadımı eğitm için yazdırdım da Bu hatha Yoga nedir?
Biraz daha araştırmalar yaptım araştırdıkça kafam karıştı ama olmuyor işte, denemek lazım dedim ya 15 gün sonra Mayıs başında gittim. Çaldım Kapısını İzmir Yoga'nın. BEN GELDİM!!!
Zeliha karşımda muhteşem kadınım benim... heyecanla tüm acemeliğimle anlatıyorum birşeyler, dinliyorum. Doğumdan 1,5 yıl sonra ilk kez tekrar yogaya başlıyordum, pilates mi, yoga mı derken, denerken kendimi İzmir yoga'ya bıraktım...
İlk Ders şansıma Zeliha ile birebir yapıyoruz o gün kimse gelmiyor, dersi anlatmak mümkün değil :) sonunda düşündüğüm ve ifade ettiğim tek şey ben daha önce hiç yoga yapmamışım...
Tabiki diğer yaptığım derslerde yogaydı, yok saymak değil ama bana uygun olan bedenimin EVET dediği tarz işte bu HATHA YOGA.
Emin olmak istedim araştırdım başka yoga merkezleriyle de konuştum ama hiç birinde içimden onlara gitmek gelmedi gerçi İzmir'de kaç yoga merkezi var ki :) işte ne olduysa bu hatha yoga beni dönüştürdü...Kendim olduğum, bedenimi yeniden keşfetmeye başladığım, araştırdığım, hissettiğim, düşündüren, içimdeki hisleri ifade etmeme destek olan yoga HATHA.
Eğitim sırasında kitapçığımızda bir yazı vardı Bonnie Bainbridge Cohen demiş ki ''Kendimizi değiştirmeye çalışmıyoruz. Sadece varoluşumuza daha çok destek veriyoruz''
Evet yogayla değişmedim, bedenim ve zihnim daha bi uyum içinde, sadece zihnimle değil bedenimle de varım. Nefes alıyorum, nefesimle kalıyorum ve nefesimle varım. Sınırlarım genişliyor, sınırlayıcı hislerimi terk etmeye başlıyorum, olaylara teslim olabiliyorum, gözlemleyebiliyorum ,Araştırıyorum ve kabullenmenin hazzını yaşıyorum. Daha dengeliyim, bütünlük içinde daha esnek, daha güçlü bir bedenim var. Her eğitim haftası sonunda ve Workshop sonralarında; derinlerimde uyuyan bir çok hislerim ortaya çıkıyor, ne kadar sürecek bu hisler ve ne kadar boğazlarım ağrıyıp aktif şekilde burnum akacak bilmiyorum ama
Hayatımdasın Yoga...
Burcu
09/12/2011
6 Aralık 2011 Salı
İzmir'e Çağ Gürle geldi, Çağ atladım.
İzmiryoga'dan bir Çağ Gürle geçti, gelmesiyle Çağ atladım desem yeridir :) Yoğun hafta sonuna denk gelen bir workshop. Konu Power vinyasa ve Anatomi. Aksilik diye adlandırdıklarımız olur ya işte oldu o hafta oğlumunuda veli toplantısı var yılda 1 kez yapılan buyurdular ve beni arada bırakırken içim Çağ derken bir taraftan oğluma vicdan yapıyorum. Karar aldım ve yarım günlük belki katılamayacağımı bildirdiğim saatte Çağ'ın dersine gittim. Yolda zihin düşünceleriyle Çağ'ı sorguluyor Nedir? kimdir? ne yapacak derken daha gelmeden hissetmiştim birçok duygumun yüzeye çıkmasına sebep olacak...
Cumartesi sabahı İzmiryoga'nın kapısından girdim ve Merhaba herkese ... Çağ karşımda, herkes heyecanlı fakat Çağ daha da heyecanlı, o sakin görümünün içinde kalbi benden daha hızlı atıyor gibiydi, bilmem artık ama ben böyle hissettim.
Gelelim 1. gün derse. Başlamadan önce kısa sohbetler oluyor geç kalanları bekliyoruz... bekliyoruz... Kalorifer peteklerine yakın olanlar için düşünüyor pestillerinin çıkıp çıkmayacağını düşünüyor :) eyvah diyorum daha şimdiden bunu soruyorsa 2 saat ne yaptıracak!!! Hava da çok güzel bugun. Arada fotoğraf çekiliyor, konuşuluyor, başımıza neler gelecek?
Başlıyoruz. Kolay sanılan ama en zor poz Tadasana... yumuşak nefeslerle nefes al, kollar kulakların yanından yukarıya uzanıyor ve nefes ver yumuşakca aşağıya katlan, iyiyymiş yumuşak yavaş akış diye düşünüyorum aşağıya katlanırken dizler bükülüyor baş aşağıya ağır, nefes al ve ver hopppa bir süre kaldık burada, nefes al yarıyol açıl ve omurgayı uzat; durduk. nefes al ve verirken aşağıya katlan offffff dizlerimmmm.
Nefes al Utkatasana, nefes ver Tadasana ohhhh. Ve bu akışı 6 kez yaptık ben gene düşünmeye başladım Burada şu an olmalı mıydım yoksa Lorenzo'nun toplantısına gitmeli miydim :) hala vinyasa devam ediyor.Namaskar Tadasana'da demez mi daha başlamadık, Adho Mukha Svasana'ya geçtik ohhh dedim. Bu pozda hiç bu kadar keyifli dinleneceğimi düşünmemiştim. birde 25dk. burada tutacakmışmışmış... akış devam ediyor tekrar aşağı bakan köpeğe geldik ve plank pozisyonunda kaldık kollar sanki bana ait olmak istemiyorlar, nefesler son hız alınıp verilirken anısını anlatacakmış bak şimdi :)))Al bana bir sürpriz daha neyseki şakaydı da plankden aşağıya bedenlerimizi bıraktık. Hala ısınma pozlarındayız nefes nefeseyiz 20 dk. power vinyasa yapıyoruz o 20 dk. bana ömür gelmeye başladı :) Herkes terlemiş nefeslerden dolayı içerisi buhar oldu camda açmıyor, ispatı resimlerde bulanık görülen resimler, makinadan ya da çekenden kaynaklı değil sorumlusu Çağ :) 40. dakikalar diyor ki hazır planke gelmişken uzat sağ ayağını, ama çok değil gövde hala plankde başını düz tut nefes seslerini daha çok duyar oldum. sağ bacak indir sol bacağı kaldır, hopppp İstanbul anısına girmeden birde İzmir anısı yarattı kendine. Neyseki anlatmıyor yere uzandık poffffff. içimden çıkan ses çok farklı olacak ama durmuyor izin vermiyor hemen pozlara geçiş yapıyoruz. Birkaç nefes alsaydık Lütfen!!! Yok işte bunlar aklımdan geçerken ve sınıftaki herkes ahlayıp poflarken demez mi; uzun yıllardır sanskrikçe dilini araştırıyorum ve daha fazla ne demek biliyor musunuz tabi ben ciddi ciddi bir sonraki kelimesini bekliyorum ah! of!pof! kelimeleri daha fazla yaptır anlamına geliyormuş. Nefes al adho mukha svanasana'dayken sol bacak gökyüzüne doğru kaldır, bakıyorum 1,5 saat geçti savasana beklerken daha da vinyasa olup pozlar zorlaşıyor. Omuz, kol ve ters duruşlara geçtik, neyseki bu ters duruşları seviyorum. 1 saat 50dk. ve sonunda savasana. İçeriden Makbule'nın yemek hazırlığı sesleri geliyor, öğlen arasında burada kalmak istemedim, ara verilmesiyle birlikte hemen kendimi dışarıya attım. İlk kez İzmiryoga'da yemek arasında kendimi oradan uzaklaştırma ihtiyacı duydum. tadasana ile başlayıp savasana'yla biten dersin 2. yarısında Anatomi vardı ki muhteşemdi.
2. gün; Tadasana ile başlayıp yarıyol ve düne benzer akışla devam ederken çok hoş yeni pozlarda vardı fakat bugun bir chaturanga sürpriziyle karşılaştım. bu poz da yaşanan hislerimi ayrı bir zamanda ayrı yazı başlığında yazmak daha uygun hem Ayça kendi bloğunda bunu çok güzel ifade etmiş . Hislerime tercüme olmuş.
1. günden benim için daha güzel geçen ters duruşlara geldik, akışkan olan pozların üstüne ters duruşlarda yüzeye çıkan hislerime etki oldu ve artık 2. yarının anatomi dersinin bir bölümünde artık gözlerimi açık tutmak imkansızlaştı. 15dk. o salonda o anda olamayıp dinlenmeye geçtim, üzerimde bir ağırlık.
Partner çalışması ayrı bir keyifken o hislerim yok mu :) Şule ile karşı karşıya bakışıyoruz içimde o an anlam katamadığım bir his, içimde tutsam ağlayacağım hemde hüngür hüngür , tutmak istemiyorum ve bu his her neyse yoğun bir kahkahayla çıkıyor ve ardından gülme krizine dönüşüyor. ya susup ağlayacağım ya da gülmeye devam edeceğim. bir taraftanda toparlanmaya çalışıyorum.
Gün bitiyor, ders bitti Çağ ve yoga arkadaşlarımla vedalaşarak evime doğru gidiyorum. 2 günün tadını, lezzetini tam tadı damağımda kalarak renklendirmek istedim kırmızı şarabımla.
Gece bir öksürük boğazımda bir gıcık ve düğüm, sesim çıkamıyor, başım, midem. Ah bu yüzeye çıkan hisler kime gıcık oldum ki şimdi :))))
Çok Teşekkür ederim Çağ, iyi ki İzmir'e geldin ve seni tanıdık. Bu çalışmaya inan çok ihtiyacım varmış. Bir sonraki İzmir çalışmanda Fabrizio'nunda katılımcı olmasını gönülden istiyorum. Eminim tüm katılımcı arkadaşlarımda senin burada olmandan çok memnun kalmışlardır. Bu workshop deneyimim sayesinde; senin çalışmanla sonunda bloğumuda güncellemiş oluyorum ve ilk yazımı yayınlıyorum.
Ellerim kalbin önünde seni selamlıyorum.
PS. Yeni orkide alırsan artık boğumundan kestiğin yaşar mı bilemiyorum, İzmiryoga'nın orkidesine Beyza asistan olduğu gibi sende bir orkide asistan belirle. Asistan şart :)
Burcu,
5 Aralık 2011
5 Aralık 2011 Pazartesi
I've got the power.
Bi kaç nefes öncesi var hikayenin, chaturangada başlayıp, chaturangada devam eden ve haaala nefes al chaturanga, nefes ver, chaturanga, nefes al, chaturanga, nefes ver chaturanga, nefes al chaturanga, nefes ver ve artık yüzükoyun yere in diyecek tabii ki derken, ne diyor dersin? Chaturanga! Çatır çutur bir chaturangadır gidiyor da bir chaturangaya bu kadar nefes, pes doğrusu! Önce dizlerim pes ediyor. Herkes orada nefes alıp verirken ben nerdeyim, bilmiyorum. Dizlerimin yerle temasını hissediyorum ve tabii başka bir çok şey. Gözlerimin önünden terler yağmur gibi iniyor. (Terleyen bir insanım yani ben?) Elim kolum, dizlerim, bacaklarım yabancı bir dilde titriyor. Göğüs kafesim alışkın olmadığı bir ritmde açılıp kapanıyor. Kalbim gidebilecek daha uzak bir nokta var mı, onun araştırmasında… Sabahtan beri urdhva hastasana’dan uttanasana’ya uzuuuun yollardan gidiyoruz, ama herşeye rağmen, biraz sonra başıma gelecekler hakkında en ufak bir fikrim yok.
Pincha mayurasana ve ellerimi dirseklerimin olduğu yere yerleştirdiğim anda, hop kalça, hop leğen kemiği, iki bacak, havadayım.. Bu kadar kolay olabilir mi pincha mayurasana derken chaturanga’ya bu geçiş ne alaka? Yukarıda kalmak istiyorum ben. Ama beden beni dinlemiyor, beden asi, beden huysuz. Çaaat ellerin arasına doğru kayıyor başım ve anlaşılmaz biçimde göğüs kafesim de sadakatle onu takipte. Çaaat diye chaturangadan geçerek yere geliyor beden. Ben böyle güzel inmek görmedim, kendi inişime hayran, inmekten fenalık geçiriyorum. İstemiyorum ki bir yere gitmek. Bir kere, iki kere, üç kere, pes ediyorum artık. Bir gülme geliyor. Anladım ki bugün olmayacak pincha mayurasana, demek bugün günlerden başka şey… Akışta olmayan, ters duruşta oluyor. Kaç chaturanga kaçırdıysam, o kadar chaturangaya düşüyorum kendi ellerimin arasında. Anladım ki mat, kendinden kaçmaya çalışmak için doğru yer değil.
Çokça gülerek, içlerden kimbilir neler geçirilerek geçildi aşağı bakanlara, plankten yüzüstüne, bolca terleyerek.. Meğer ben o terle başka toksinler atmışım. “Ara” dediğinde neredeyse uçarak gidiyorum üstümü değiştirmeye. İçimde bir kendini dışarı atma telaşı, yüzümden süzülenleri hala ter zannederken inatçı ve şapşal bedenim, anlamsız hıçkırıklara boğuluyorum. Neredeyse kendime dönüp “noluyor usta?” diyeceğim, “olayın ne?” Olayın ne olduğunu bilmiyorum, içimde birtek dürtü var: koşarak, çarparak, yıkarak uzaklaşmak…
Saçlarımı ve güneş gözlüklerimi halka karışıp tanınmamaya çalışan celebrityler gibi siper ederek yüzüme gözüme, hızla çıkıyorum kapıdan. Kendimi sokağın pek de ferah olmayan nefesine attığımda, içimdeki şey bir daha yükseliyor. Dış dünyanın havasıyla daha önemsiz gözükür zannettiğim o şey ne ise, sokaktaki kepçenin kaldırım taşlarını kaldırıp attığı gibi fırlatıyor beni bir oraya bir buraya. Birşeye yeniliyorum içerilerde, cadde üstünde değil ama arka sokaklarda yeni bir yer var ki ne olduğu hakkında en ufak bir fikrim yok. En sinir olduğum da bu. Beni soktuğu travmatik duygu bozukluğundan öte, anlamsızlığı sersemletiyor. Yarım yamalak hatırladığın rüyalar gibi, anlatmaya can attığın ama anlatacak kelimeleri bulamadığın. Hislerden ibaret ve yabancı olduğun hisler ki, konuşmaya dökemiyorsun. Etiketsiz şişede bir şarap.. Üzümünü bilmediğin için bağını soramıyorsun. Tadı nasıl? Buruk, hafif, tanenli? Bilmiyorsun işte. Bu kadar basit. İçinde dağlar devriliyor, okyanuslar taşıyor, depremler oluyor, ama neden? Bilmiyorsun.
Korkunç…
…………………………………………………………………………………………………………………………………………..
Bütün bunlar dün oldu. İçime ata ata geçtiğimi zannederken, birçok gören göz gelip buldu beni. Oysa saklanmak istemiştim. Demiştim ki kendime “git küçücük ol, görünmez ol, kimse anlamasın”. Oysa eskiden beri yanında duranlar bazen görmüyor da, ayda yılda bir odanın en ucundaki matlarda buluştukların görüyor seni. Ürkek, kaygılı ve bir o kadar da saygılı tarif ediyorlar gördüklerini, başlangıç seviyesi bir pozu tarif eder gibi. Nefes alırken sana doğru gelmek istedim ama nefes verip sağ dizi bükerken anladım, ben kocaman bir nefesi kalbimin arkasına aldım, başımı sağa çevirirken, sen başını çevirdin sol elinin parmaklarına doğru.. Candan, sevecen ve bir o kadar da saf tarif ediyorlar gördüklerini: gözlerin sanki daha yeşil, çok yeşil. Mesafeli, çekingen, bir o kadar da dışarıdan tarif ediyorlar gördüklerini..
Görünüyorsun yani. Görüyorlar. Bakan, cidden görüyor seni.
Nasıl birşey resmen saydam olmak orada, başını eğsen de, ellerinle yüzünü kapatsan da, saçlarının arkasına saklansan da, bu kadar görünür olmak..
Korkunç mu?
Anladım ki mat, arkasına saklanılacak yer değil.
Sabahki uygulamanın sonlarına doğru, uttanasana’da dokundu içimdeki yere. Aa, dedim, burda böyle bir yer var, çabasız, bırakabildiğin, ama sannnki komşusu pek sevimsiz. Sen eve geldiğinde, daha anahtarı kilide sokarken pat diye dikiliyor karşına, bırak diyor, bırak gitsin.. Sakın ha dedim kendime, sakın, sakın. Hala tuttuğun bir yer olabilir, tut onu ve sakın bırakma. “Ara” dediğinde neredeyse ışınlanarak gidiyorum üstümü değiştirmeye. İçimde bir kendini dışarı atma telaşı, yüzümden süzülenleri hala ter zannederken inatçı ve şapşal bedenim, kendime dönüp hiçbirşey sormayacağım. İçimde sıkışan nefesi boşaltıp hızlıca çıkıyorum kapıdan. Ayakkabılarım yok. Geri dönüp ayakkabılarımı alıp hızlıca çıkıyorum kapıdan. Büyük otelin sırasındaki kafeye gidiyorum. Daha yolda alelacele, acemi bir taramayla çantamdan çakmağı çıkaran ellerim sigaraya ulaşamıyor. Ay bir komik geliyor bu olay bana. Ne yani şimdi geri dönüp sigaramı alıp, yine hızlıca çıkayım mı oradan? E nasıl olsa geri döneceksin. Zaten bu celebrity havaları falan, o matlardakilere pek sökmüyor şekerim. Sen en iyisi sıcak çikolatanın tadına bahane bularak kalk ve Makbuş’un sıcacık çayından iç..
Olayın ne olduğunu bilmiyorum, içimde bir heyecan. Yoksa ben bugünü dün mü zannettim?
Sol bacağım dimdik havada, dirseklerim yerde, avuçlarım yeri iterken sağ dizimi büküp zıplıyorum. Dirseklerim açılıyor. Bi daha. Sol bacağım dimdik yukarıda, dirseklerim yerde, avuçlarım yeri iterken, sağ dizimi büküp zıplıyorum, ayaklarım tavana doğru giderken başım da tak diye yere geliyor. Bir daha, başka matta, sol bacağım dimdik yukarıda, kollarım full stretch, zıplamadan geri geliyorum, gözlerimi gözlerine kaldırıyorum, dün beni gören gözlerine, çocukta bile titreyerek, “kalkamayacağım” diyorum..
Anladım ki mat, mış gibi yapmak için doğru yer değil.
Ayça, 4 Aralık.
Pincha mayurasana ve ellerimi dirseklerimin olduğu yere yerleştirdiğim anda, hop kalça, hop leğen kemiği, iki bacak, havadayım.. Bu kadar kolay olabilir mi pincha mayurasana derken chaturanga’ya bu geçiş ne alaka? Yukarıda kalmak istiyorum ben. Ama beden beni dinlemiyor, beden asi, beden huysuz. Çaaat ellerin arasına doğru kayıyor başım ve anlaşılmaz biçimde göğüs kafesim de sadakatle onu takipte. Çaaat diye chaturangadan geçerek yere geliyor beden. Ben böyle güzel inmek görmedim, kendi inişime hayran, inmekten fenalık geçiriyorum. İstemiyorum ki bir yere gitmek. Bir kere, iki kere, üç kere, pes ediyorum artık. Bir gülme geliyor. Anladım ki bugün olmayacak pincha mayurasana, demek bugün günlerden başka şey… Akışta olmayan, ters duruşta oluyor. Kaç chaturanga kaçırdıysam, o kadar chaturangaya düşüyorum kendi ellerimin arasında. Anladım ki mat, kendinden kaçmaya çalışmak için doğru yer değil.
Çokça gülerek, içlerden kimbilir neler geçirilerek geçildi aşağı bakanlara, plankten yüzüstüne, bolca terleyerek.. Meğer ben o terle başka toksinler atmışım. “Ara” dediğinde neredeyse uçarak gidiyorum üstümü değiştirmeye. İçimde bir kendini dışarı atma telaşı, yüzümden süzülenleri hala ter zannederken inatçı ve şapşal bedenim, anlamsız hıçkırıklara boğuluyorum. Neredeyse kendime dönüp “noluyor usta?” diyeceğim, “olayın ne?” Olayın ne olduğunu bilmiyorum, içimde birtek dürtü var: koşarak, çarparak, yıkarak uzaklaşmak…
Saçlarımı ve güneş gözlüklerimi halka karışıp tanınmamaya çalışan celebrityler gibi siper ederek yüzüme gözüme, hızla çıkıyorum kapıdan. Kendimi sokağın pek de ferah olmayan nefesine attığımda, içimdeki şey bir daha yükseliyor. Dış dünyanın havasıyla daha önemsiz gözükür zannettiğim o şey ne ise, sokaktaki kepçenin kaldırım taşlarını kaldırıp attığı gibi fırlatıyor beni bir oraya bir buraya. Birşeye yeniliyorum içerilerde, cadde üstünde değil ama arka sokaklarda yeni bir yer var ki ne olduğu hakkında en ufak bir fikrim yok. En sinir olduğum da bu. Beni soktuğu travmatik duygu bozukluğundan öte, anlamsızlığı sersemletiyor. Yarım yamalak hatırladığın rüyalar gibi, anlatmaya can attığın ama anlatacak kelimeleri bulamadığın. Hislerden ibaret ve yabancı olduğun hisler ki, konuşmaya dökemiyorsun. Etiketsiz şişede bir şarap.. Üzümünü bilmediğin için bağını soramıyorsun. Tadı nasıl? Buruk, hafif, tanenli? Bilmiyorsun işte. Bu kadar basit. İçinde dağlar devriliyor, okyanuslar taşıyor, depremler oluyor, ama neden? Bilmiyorsun.
Korkunç…
…………………………………………………………………………………………………………………………………………..
Bütün bunlar dün oldu. İçime ata ata geçtiğimi zannederken, birçok gören göz gelip buldu beni. Oysa saklanmak istemiştim. Demiştim ki kendime “git küçücük ol, görünmez ol, kimse anlamasın”. Oysa eskiden beri yanında duranlar bazen görmüyor da, ayda yılda bir odanın en ucundaki matlarda buluştukların görüyor seni. Ürkek, kaygılı ve bir o kadar da saygılı tarif ediyorlar gördüklerini, başlangıç seviyesi bir pozu tarif eder gibi. Nefes alırken sana doğru gelmek istedim ama nefes verip sağ dizi bükerken anladım, ben kocaman bir nefesi kalbimin arkasına aldım, başımı sağa çevirirken, sen başını çevirdin sol elinin parmaklarına doğru.. Candan, sevecen ve bir o kadar da saf tarif ediyorlar gördüklerini: gözlerin sanki daha yeşil, çok yeşil. Mesafeli, çekingen, bir o kadar da dışarıdan tarif ediyorlar gördüklerini..
Görünüyorsun yani. Görüyorlar. Bakan, cidden görüyor seni.
Nasıl birşey resmen saydam olmak orada, başını eğsen de, ellerinle yüzünü kapatsan da, saçlarının arkasına saklansan da, bu kadar görünür olmak..
Korkunç mu?
Anladım ki mat, arkasına saklanılacak yer değil.
Sabahki uygulamanın sonlarına doğru, uttanasana’da dokundu içimdeki yere. Aa, dedim, burda böyle bir yer var, çabasız, bırakabildiğin, ama sannnki komşusu pek sevimsiz. Sen eve geldiğinde, daha anahtarı kilide sokarken pat diye dikiliyor karşına, bırak diyor, bırak gitsin.. Sakın ha dedim kendime, sakın, sakın. Hala tuttuğun bir yer olabilir, tut onu ve sakın bırakma. “Ara” dediğinde neredeyse ışınlanarak gidiyorum üstümü değiştirmeye. İçimde bir kendini dışarı atma telaşı, yüzümden süzülenleri hala ter zannederken inatçı ve şapşal bedenim, kendime dönüp hiçbirşey sormayacağım. İçimde sıkışan nefesi boşaltıp hızlıca çıkıyorum kapıdan. Ayakkabılarım yok. Geri dönüp ayakkabılarımı alıp hızlıca çıkıyorum kapıdan. Büyük otelin sırasındaki kafeye gidiyorum. Daha yolda alelacele, acemi bir taramayla çantamdan çakmağı çıkaran ellerim sigaraya ulaşamıyor. Ay bir komik geliyor bu olay bana. Ne yani şimdi geri dönüp sigaramı alıp, yine hızlıca çıkayım mı oradan? E nasıl olsa geri döneceksin. Zaten bu celebrity havaları falan, o matlardakilere pek sökmüyor şekerim. Sen en iyisi sıcak çikolatanın tadına bahane bularak kalk ve Makbuş’un sıcacık çayından iç..
Olayın ne olduğunu bilmiyorum, içimde bir heyecan. Yoksa ben bugünü dün mü zannettim?
Sol bacağım dimdik havada, dirseklerim yerde, avuçlarım yeri iterken sağ dizimi büküp zıplıyorum. Dirseklerim açılıyor. Bi daha. Sol bacağım dimdik yukarıda, dirseklerim yerde, avuçlarım yeri iterken, sağ dizimi büküp zıplıyorum, ayaklarım tavana doğru giderken başım da tak diye yere geliyor. Bir daha, başka matta, sol bacağım dimdik yukarıda, kollarım full stretch, zıplamadan geri geliyorum, gözlerimi gözlerine kaldırıyorum, dün beni gören gözlerine, çocukta bile titreyerek, “kalkamayacağım” diyorum..
Anladım ki mat, mış gibi yapmak için doğru yer değil.
Ayça, 4 Aralık.
28 Kasım 2011 Pazartesi
YOGA OLURKEN...
Kahve içerken sordu bana boynuna elimi koyabilir miyim, tabii dedim... Elini yerleştirdi ve döndü bana "hiç bu kadar hüznü bir arada görmemiştim gözlerimi yaşartacak kadar hüzün var"...
Zaman geçerken yoga olmaya başladı, dedi ki bana "dilin kökü yumuşak olsun" belki de dilimin kökünü yumuşatabildiğim yegane zamanlardı...
Yoga olmaya devam etti ve dedi ki "kalın hareketin içinde" gözlerimi kapattım o kısa saçlı elleri belinde kaşları çatık çocuk geldi gözümün önüne bakıyordu bana orada öylece durmuş, gözlerime yaşlar doldu boğazım tıkandı konuşamadım
Yoga olduğunda "Kollarınızı açın yanlara, ayaklardan kök salın iyice, ellerinizi uzatın yanlara zarifçe açık olsun parmak aralarınız, göbek deliğinizden uzayın başınızın tepesine, ayaklara ve ellere doğru. Siz birer yıldızsınız, kapatın gözlerinizi ve bakın bakalım yıldızınız ne renk" derken gözlerim kapalı bir yıldızdım parıl parıl parlıyordum bembeyaz ışıklar saçan bir yıldız....
Yogaydım artık tümümle bütünümle...
Zaman geçerken yoga olmaya başladı, dedi ki bana "dilin kökü yumuşak olsun" belki de dilimin kökünü yumuşatabildiğim yegane zamanlardı...
Yoga olmaya devam etti ve dedi ki "kalın hareketin içinde" gözlerimi kapattım o kısa saçlı elleri belinde kaşları çatık çocuk geldi gözümün önüne bakıyordu bana orada öylece durmuş, gözlerime yaşlar doldu boğazım tıkandı konuşamadım
Yoga olduğunda "Kollarınızı açın yanlara, ayaklardan kök salın iyice, ellerinizi uzatın yanlara zarifçe açık olsun parmak aralarınız, göbek deliğinizden uzayın başınızın tepesine, ayaklara ve ellere doğru. Siz birer yıldızsınız, kapatın gözlerinizi ve bakın bakalım yıldızınız ne renk" derken gözlerim kapalı bir yıldızdım parıl parıl parlıyordum bembeyaz ışıklar saçan bir yıldız....
Yogaydım artık tümümle bütünümle...
21 Kasım 2011 Pazartesi
O'nu değiştirmeyi bir kenara bırakalım...
Soran: Kocamla spiritüel olan herhangi bir şey konuşamıyorum ve ilişkimizi geriye götürüyor. Birlikte ileri gitmemizi engelliyor. Kocamın bu bilinç seviyesine doğru değişmesine imkan var mı? Birlikte çalışabilir miyiz? Ya da bununla ilgili bir şey yapmam gerekiyor mu?
Cevaplayan: O'nu değiştirmeyi bir kenara bırakalım.
Sana şunu sormak istiyorum. Spiritüel olan, insanlıkta ifade bulurken bu kadar dar mı kalmalı?
Spiritüel olan spiritüel ya da newage bir dilin içine sıkışmış durumda mı?
Esasen O, en basit durumda bile en berrak şekliyle abinle, kardeşinle, ablanla, kocanla ya da herhangi biriyle sevginin ifadesi olmandır.
Spiritüel dilde takılı kalmamanı destekleyeceğim.
Yanındaki insanla insancıl kaldığında kocan bunu çok net farkedecektir. Bu, en basit şekliyle kalben hissedilen sevgi ifadesidir ve senin O'nda zuhur eden tastamam ve yüce olan şeyi farkettiğinde belirir.
O yüce olan şeyin kelimelerle pek de ilgisi yok.
Orası öyle bir yer ki; karşı koymadan, karşındakini farkettiğin ve O'nun hakikatine cevap verdiğin bir yer.
Bu farkındalık ya da farkedişin ifadesi belki bir gülümsemede, bir göz kırpmasında ya da bir düşünceli olma halinde veya kim bilir, belki de sevdiği bir yemeği yapmakta gizli olabilir.
O'nu ifade etmenin yolu son dereceğe ayakları toprağa basan ve insani bir yoldur ve bu karşındaki tarafından hemen farkedilip kaydedilecektir.
Bir şey daha var. O, senin, sevginin berrak ve eşsiz bir ifadesi olma yolunu, gerçtekte kim olduğuna verdiğin değer için destekleyecektir.
Hatta bunun açığa çıkması için hiçbir zaman tanrı demene bile gerek yok. Dedim ya bunun kelimelerle pek de ilgisi yok.
Bu sevgidir.
Çünkü Allah, maddesi sen ya da kocan olarak isimlenmiş bireyselliği kapsar.
Zaten tam da bu senin yakın gördüklerini sevmeni sağlayan şey.
Senin düşman gördüklerini sevmene engel olan ego tepkilerinin önüne geçmeni sağlayan şey bu.
Bu spiritüel yolun kelimelerle çok az ilgisi var.
Hala aktif bir ego olarak o sessiz yere gidip, aslında ne olduğunu, sende ve heryerde zuhur eden yüce varlığını hissetmek ve bundan hiç şüphe duymayana kadar orada hareketsiz kalmak.
Hareketsiz kalıp içe bakmayı öğrendiğinde, yalnızken allaha dua edip sevgiyi hissettiğinde, o huzuru deneyimliyorsan işte o huzur senin varlığının (herseferinde) ilk ve direkt deneyimidir.
Bu defalarca tekrarlanan duygusal bir durum değil, 'ben' dediğin şeyin temel ve doğal özüdür. O huzurda, kusursuz yüceliğin hissini tadarsın. İçindeki sessizliğe, 'hakiki ben'e gidip dokunursun.
'Ben'e dokunup o yüceliği hissettiğinde, aynı anda keşfediyorsun ki eşinin de, çocuklarının da, ailenin de, ya da herhangi birinin de varlığının hakikati O'dur.
İşte o zaman dünya sana cevap vermeye başlar ve senin bu yöndeki gidişini herzaman destekler.
Senin bu yolda görmeni, duymanı, hissetmeni kocan da desteklemeye başlayacak.
Böylelikle sen, cevap verdiğin insanların, kendi yücelikleriyle iletişim kurmalarını kolaylaştırdığın için doğal olarak destekleniyor olacaksın.
Koşulsuz olduğunda, basit ve gerçek olduğunda, komşunun, arkadaşının, eşinin de sevgiyi hissetmeleri kolaylaşacaktır.
Böylelikle sendeki sevginin artan kapasitesi bu yüce farkındalığın yolunu açacaktır.
Kendi yüceliğini bütün olarak deneyimlemek için sevgiyi hissetmen gerekiyor.
Sen, kendinden nefret etme yerden yere vurma halini, sevgiyi hissederek bertaraf ettiğinde karşındakinin de sevgiyi hissedişi öylesine kolaylaşacaktır.
Spiritüel yol aslında burada ve bu, aydınlanmaya giden spiritüel yoldur.
Konuşarak olmuyorsa, zorlama..
Senin tarafından hissedilip ifade edilen sevgi, tek değerli spiritüel konudur aslında.
Kendini sevmek demek, sende bağışlanacak bir şey olmadığını görmekten geçer. Bu doğal bir affediştir. Başkasına sevgiyi hissetmek, başkasını bu yolla bağışlamayı içerir. Çünkü artık kendi yargılamayı bırakıyorsun.
Soran: Gerçek olmak; sabırsızsam, sabırsızlığın dışa vurumuna izin vermem mi demektir?
Cevaplayan: Bu sabırsızlık nereden geliyor. Ego'dan. Berrak bir anlayış yerine oluşan bir tepkiden. Reaksiyon bir tür çakışma halidir. Öfkeden ifade bulmak gibi. Kimi zaman 'hayır' kelimesi senin tarafından söylenecek. Kimi zaman da 'evet'. Ama bu evet ya da hayır reaktif olan ego kaynaklı değil de, senin sana tümüyle açık olan bilgeliğinden, senin huzurundan, merkezinden geldiğinde kargaşanın ya da çakışmanın ifadesi olmayacak.
Cevaplayan: O'nu değiştirmeyi bir kenara bırakalım.
Sana şunu sormak istiyorum. Spiritüel olan, insanlıkta ifade bulurken bu kadar dar mı kalmalı?
Spiritüel olan spiritüel ya da newage bir dilin içine sıkışmış durumda mı?
Esasen O, en basit durumda bile en berrak şekliyle abinle, kardeşinle, ablanla, kocanla ya da herhangi biriyle sevginin ifadesi olmandır.
Spiritüel dilde takılı kalmamanı destekleyeceğim.
Yanındaki insanla insancıl kaldığında kocan bunu çok net farkedecektir. Bu, en basit şekliyle kalben hissedilen sevgi ifadesidir ve senin O'nda zuhur eden tastamam ve yüce olan şeyi farkettiğinde belirir.
O yüce olan şeyin kelimelerle pek de ilgisi yok.
Orası öyle bir yer ki; karşı koymadan, karşındakini farkettiğin ve O'nun hakikatine cevap verdiğin bir yer.
Bu farkındalık ya da farkedişin ifadesi belki bir gülümsemede, bir göz kırpmasında ya da bir düşünceli olma halinde veya kim bilir, belki de sevdiği bir yemeği yapmakta gizli olabilir.
O'nu ifade etmenin yolu son dereceğe ayakları toprağa basan ve insani bir yoldur ve bu karşındaki tarafından hemen farkedilip kaydedilecektir.
Bir şey daha var. O, senin, sevginin berrak ve eşsiz bir ifadesi olma yolunu, gerçtekte kim olduğuna verdiğin değer için destekleyecektir.
Hatta bunun açığa çıkması için hiçbir zaman tanrı demene bile gerek yok. Dedim ya bunun kelimelerle pek de ilgisi yok.
Bu sevgidir.
Çünkü Allah, maddesi sen ya da kocan olarak isimlenmiş bireyselliği kapsar.
Zaten tam da bu senin yakın gördüklerini sevmeni sağlayan şey.
Senin düşman gördüklerini sevmene engel olan ego tepkilerinin önüne geçmeni sağlayan şey bu.
Bu spiritüel yolun kelimelerle çok az ilgisi var.
Hala aktif bir ego olarak o sessiz yere gidip, aslında ne olduğunu, sende ve heryerde zuhur eden yüce varlığını hissetmek ve bundan hiç şüphe duymayana kadar orada hareketsiz kalmak.
Hareketsiz kalıp içe bakmayı öğrendiğinde, yalnızken allaha dua edip sevgiyi hissettiğinde, o huzuru deneyimliyorsan işte o huzur senin varlığının (herseferinde) ilk ve direkt deneyimidir.
Bu defalarca tekrarlanan duygusal bir durum değil, 'ben' dediğin şeyin temel ve doğal özüdür. O huzurda, kusursuz yüceliğin hissini tadarsın. İçindeki sessizliğe, 'hakiki ben'e gidip dokunursun.
'Ben'e dokunup o yüceliği hissettiğinde, aynı anda keşfediyorsun ki eşinin de, çocuklarının da, ailenin de, ya da herhangi birinin de varlığının hakikati O'dur.
İşte o zaman dünya sana cevap vermeye başlar ve senin bu yöndeki gidişini herzaman destekler.
Senin bu yolda görmeni, duymanı, hissetmeni kocan da desteklemeye başlayacak.
Böylelikle sen, cevap verdiğin insanların, kendi yücelikleriyle iletişim kurmalarını kolaylaştırdığın için doğal olarak destekleniyor olacaksın.
Koşulsuz olduğunda, basit ve gerçek olduğunda, komşunun, arkadaşının, eşinin de sevgiyi hissetmeleri kolaylaşacaktır.
Böylelikle sendeki sevginin artan kapasitesi bu yüce farkındalığın yolunu açacaktır.
Kendi yüceliğini bütün olarak deneyimlemek için sevgiyi hissetmen gerekiyor.
Sen, kendinden nefret etme yerden yere vurma halini, sevgiyi hissederek bertaraf ettiğinde karşındakinin de sevgiyi hissedişi öylesine kolaylaşacaktır.
Spiritüel yol aslında burada ve bu, aydınlanmaya giden spiritüel yoldur.
Konuşarak olmuyorsa, zorlama..
Senin tarafından hissedilip ifade edilen sevgi, tek değerli spiritüel konudur aslında.
Kendini sevmek demek, sende bağışlanacak bir şey olmadığını görmekten geçer. Bu doğal bir affediştir. Başkasına sevgiyi hissetmek, başkasını bu yolla bağışlamayı içerir. Çünkü artık kendi yargılamayı bırakıyorsun.
Soran: Gerçek olmak; sabırsızsam, sabırsızlığın dışa vurumuna izin vermem mi demektir?
Cevaplayan: Bu sabırsızlık nereden geliyor. Ego'dan. Berrak bir anlayış yerine oluşan bir tepkiden. Reaksiyon bir tür çakışma halidir. Öfkeden ifade bulmak gibi. Kimi zaman 'hayır' kelimesi senin tarafından söylenecek. Kimi zaman da 'evet'. Ama bu evet ya da hayır reaktif olan ego kaynaklı değil de, senin sana tümüyle açık olan bilgeliğinden, senin huzurundan, merkezinden geldiğinde kargaşanın ya da çakışmanın ifadesi olmayacak.
17 Kasım 2011 Perşembe
BLOKTAN ALDIĞIMIZ DESTEK
Herkese merhaba,
Yoga yaparken, ya da yoga olurken.. o anda, orada.. Bedende hislerle, zihinde düşüncelerle kalırken, onları gözlemlerken veya araştırırken.. Ortaya çıkan o kadar çok şey oluyorki...
Hernekadar söze dökülmesi, söze yansıması tam olamasa da, paylaşmak adına dile gelenleri, paylaşmak adına serüveni...
Nefes alıp göğüs kafesini üç yönlü genişletmeyi araştırırken olup olmadığına takılmadan, omurgayı uzatarak, bloktan aldığınız destekle biraz daha köklenerek...
Paylaşın içinizden gelenleri...
Yoga yaparken, ya da yoga olurken.. o anda, orada.. Bedende hislerle, zihinde düşüncelerle kalırken, onları gözlemlerken veya araştırırken.. Ortaya çıkan o kadar çok şey oluyorki...
Hernekadar söze dökülmesi, söze yansıması tam olamasa da, paylaşmak adına dile gelenleri, paylaşmak adına serüveni...
Nefes alıp göğüs kafesini üç yönlü genişletmeyi araştırırken olup olmadığına takılmadan, omurgayı uzatarak, bloktan aldığınız destekle biraz daha köklenerek...
Paylaşın içinizden gelenleri...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)