16 Aralık 2011 Cuma

Kabul etme üzerine

Epeydir düşünüyorum. Nasıl oldu da kendimi bu yolda buldum diye. Seneler önce yoga ile ilk tanıştığımda pekçok duyguyu ve düşünceyi bir arada yaşamıştım. Merak; yoga esnasındaki acının verdiği haz; kendimi (omurgamdaki eğirilik yüzünden) diğerlerine göre yetersiz hissetme ve bunun yol açtığı öfke; bedenimle iletişimde olmanın verdiği ve beni çocukluğuma götüren nostalji; hatırlayabildiklerim. Yogayla ilk tanışmam belki de bu fazla his yoğunluğu yüzünden pek de sıcak olmamıştı.

Çocukken odamdaki yatağın üzerine uzaktan koşarak takla atarken ve bil umum akrobatik harekler içerisinde saatlerimi ve günlerimi geçirirken, ya jimnastikçi, ya buz pateni sporcusu, ya da sirk jambazı olduğumu hayal ederek geçirdiğim oyunlar oynardım sürekli.O zamanlar yoga nedir duymamış, görmemiştim hiç. Sadece bedenimle uyum içerisinde olmak, onun bir sınır değil de, beni sınırsızlığa götüren bir araç olduğunu keşfetmek beni çok mutlu ederdi. İşin estetik kısmı da çok önemliydi benim için. Televizyonda izlediğim ritmik jimanstikçilere, buz üzerinde kuğu gibi akan buz patencilerine veya uçuşan kıyafetler içinde akılalmaz hareketleri yapabilen balerinlere hayranlık ve gıpta ile bakar ve onlar gibi olduğumu hayal ederdim. Yine de o çocukluk yıllarımda, ne ailem ne de ben, bedenle yapılan herhangi birşeyin eğitimini alabileceğimi düşünmedik.

Aksine zaman geçip de, kendimi ve hayatı algılayışım, toplum, aile ve belki de içimde taşıdığım ve zamanı gelince bir çicek gibi açan kodlanmış düşünceler ve önyargılarla değişince, kendimi eski hayallerimden iyice uzaklaştırıp, sadece zihinsel varoluşa yöneldim. Bedenimi tüm farklılıkları ile kabul etmek yerine, ondan uzaklaştım, soğudum ve tümüyle zihinsel bir faaliyetin, yani akademimin içinde buldum kendimi. Neyse ki sanat/estetik hala bir tarafında vardı yaptığım işin ve zamanla buna öğretme de girmişti. Ama ben hala kendi bedenini yargılayan, ama bir yandanda onunla iletişim kurmayı, onunla kendimi ifade etmeyi özleyen biri olarak yaşamıma devam ediyordum.

1 yıl kadar önce İzmir yoga da yogayı yeniden bulunca (sanki kaybettiğim birşeyi bulmuşum gibi) içimde yıllardır uyuyan bazı hisler ve düşünceler yeniden uyandı. Unuttuğum ve çoğu zaman ağır yargıladığım bedenime yeninden bakmaya ve onun dinlemeye başladım. Bu dinleme esnasında kızgınlık, yargılama, öfke ve kıskançlık bir yanda sürerken, diğer bir yandan da, içimden bir ses bekleyip süreci izlememi, bendenimi yeninden keşfetmem için kendime karşı sabırlı olmamı, ve bu konuda kendime zaman vermemi söyleyip durdu. İşte bu yüzden Zeliha bana Zeynep Aksoy'un eğitimini almamı söylediğimde, ona ilk söylediğim "Ben hoca olmayı hiç düşünmedim ki! Daha çok yeniyim ben" olmuştu. Yine de fazla sorgulamadan onun önerisine kulak verip eğitime yazıldım. Ama içimde bir sıkıntı vardı. Herkes benden daha iyiyidi mutlaka, ve herkes oraya hoca olmayı aklına koyarak geliyordu. Hernekadar Zeliha derinleşmek için de böyle bir eğitime katılınabileceğini söylemiş olsa da, ben içimden, kendimi müstakbel sınıfımdan ayrı tutmam gerektiğini söylüyordum. Ben onlar gibi olamazdım ki. Bir kere onlarla aynı yerden başlamıyordum işe. 1-0 yeniktim ben. Tüm bu düşüncelerim eğitim sırasında, şalkınlığım eşliğinde değişime uğramaya başladı ve bir derste kendimizi kabul etmemiz üzerine yapılan bir konuşmada ağladığımı hatırlıyorum. O esnada ilk defa kendimi kabul etmeye başladığımı hissettim. Evet belki de sırtı tam düz olmayan bir hoca bile olabilirdim ileride. Belki de bu durumun benim eğitmenliğime katacağı bazı hediyeleri vardı.

Ancak eğitim bitip de gündelik hayat beni yeniden içine çekince, tabi ki bu taze düşünceler de ilk etkilerini yitirmeye başladı. Ve böylece eski benin "ben daha yeni yeni kendimi keşfediyorum hoca moca olamam şu an" düşüncesi döndü dolaştı zihinime yerleşti. İşin ilginç ve komik yanı, ilk asistan dersime, ödevimi tamamlamam için girdiğimde (ki bir gece öncesinde kabus görmüş ve korkudan titreyerek girmiştim derse), doğal bir sakinklik ve güven hissi sardı beni. O zaman düşündüm, üniversitedeki ilk dersimde de aynı şey olmuştu. Konuya hakim hiç hissetmiyordum ama bir şekilde kendi içimde ne varsa onu yansıtmayı sakince becerebilmiş ve hiç ummadığım bir şekilde orada olmaktan zevk almıştım. Aynı mutluluğu yoga dersinde de hissedebileceğimi hiç düşünmemiştim, ama olmuştu bir kere ve bu bulaşıcı bir hastalık gibiydi. Şimdi bu noktada duruyorum. Bu durum ne kadar devam eder bilemiyorum. Ders vermeye devam eder miyim etmez miyim hiçbir fikrim yok. Sadece olanları izliyorum. Adımları atıyorum ve bekleyip görüyorum. Yol beni nereye götürecek. Kendimi kabul etmemin bir yolu da, hayatımda olanları kabul etmek sanırım, ve ben herşeyi olduğu gibi kabul ediyorum.

Fulya

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder